Tasavvuf Alemi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Mustafa Demirci Yaman Dede'yi Anlatıyor

Aşağa gitmek

Mustafa Demirci Yaman Dede'yi Anlatıyor Empty Mustafa Demirci Yaman Dede'yi Anlatıyor

Mesaj tarafından Nefy-ü İsbat Salı Ara. 11, 2007 3:21 pm

Mustafa Demirci Yaman Dede'yi Anlatıyor Patrikhanedentekke0

Mustafa Demirci, tasavvuf kültürü ile yakından ilgilenen, musiki, edebiyat ve akademik temelde tasavvuf kültürüne dair izlenimlerini ve hissiyatını hepimizle paylaşan bir isim. Hayatımızda tasavvuf kültürü hakkında ayrım noktası taşıyan konularla ve yeni çıkan kitabıyla ilgili sorularımızı cevaplayan yazarla hayata, insanlara bakışını, müzisyen ve yazar kimliğinin temeline koyduğu fikir dünyası hakkında konuştuk.

Aşk bir gönle düştü mü orada kendi tabiatını hâkim kılar. Orayı temizler, yakar, yıkar, kendi binasını kurar. Böyle olunca Yaman Dede’nin içine düşen ilahi bir aşktı. Ve bu aşk kendi gönlünü, kendi tabiatına göre imar etti, kurdu ve oradan hiç çıkmadı, sönmedi ve hayatının sonuna kadar onu kendi yönüne doğru, ilahi yöne doğru çekti.

Röportaj: Esma ÜRKMEZ

Tasavvufi bakış dünyadan kopuk bir yapı içeriyor gibi yansıtılıyor. Sizce böyle mi?

Kesinlikle değil. Tabi bu, bu düşünceyi maalesef insanlarda oluşturacak bir tavır ve davranıştır ve mutlaka derinlere inildikçe bir kaynağı vardır. Bu davranışlar da yanlış anlaşılmada etkili oluyor. Özellikle Zühtü esas alan, dünyaya karşı, dünyevi işlere karşı bir tavrı esas alan tasavvufi ekoller, anlayış biçimi, sanki tasavvufu sosyal hayattan soyutlanan insanların tercihi gibi gösterebilir. Bu bir yanılgıdır. Esasında tasavvuf, dünyaya karşı kalbî bir tavırdır. Yani dünyadan Hıristiyanlarda olduğu gibi kendisini soyutlayıp ruhbanî bir hayata yönelmek değil, dünyanın içerisinde gönlü dünyevî duygulara karıştırmama, oradan uzak tutma. Ama hani “el yarda gönül kârda” diye bir tabir vardır ya, tasavvuftaki yaklaşımın esasında bu vardır.

Zaten tasavvuf başlı başına aşk diye tarif edilir

Son kitabınız ‘Aşkın Sönmeyen Ateşi’ bir yolculuk kitabı. Tasavvufi yolculuğa atıflar da var mı kitabın içerisinde?

Tabi ki var. Çünkü Aşkın Sönmeyen Ateşi, kendisi hidayet yolculuğu yaşarken bir taraftan da manevi bir seyir içerisinde tasavvuftaki seyri suluk dediğimiz bizzat Mevlevi bir meşrebe sahip. Dönemindeki bu meşrepten olan insanlarla yakın bir gönül ilişkisi var, hem de sosyal hayat içinde ciddi bir yeri var. Kitabın içerisinde bu kimi zaman seyrinin yansımalarını, kimi zaman da belirtilerini görmek mümkün olacaktır. Zaten tasavvuf başlı başına aşk diye tarif edilir. Çocukluğundan itibaren Mevlana’nın bir mısrasına tutulan bir kişi. Beşeri aşk bir an göz göze gelmek, bir an görüşmek, şiirlerde anlatıldığı gibi gamzesine vurulmaksa, o Mevlana’nın mısraıyla çarpılmış, âşık olmuş.

Yıllar önce yaşadığı bir hissin peşine düşmüş ve kendini, yolunu hisleriyle ölçen bir insan…

Kesinlikle. Biraz yapıyla da alakalı. Yaman Dede, çok merhametli, çok müşfik bir yapıya sahip, gönül dünyası o kadar naif, o kadar latif bir insan ki karıncayı bile incitmekten imtina eden bir mizacı var. Kitabın hemen başında bir bölümde bahsediyorum, annesinin anlattığı hikâyelerden etkilenip, küçücük yaşta gözyaşı döken, duygusallığını zaten küçücük yaştan itibaren yaşamaya başlayan birisi. Ben fıtraten öyleydim, sadece adını koymadığım bir süreç yaşadım, diyor kendisi. Biz de onun üzerine zaten birçok olayı şekillendirmiş olduk veya orada ifade etmeye çalıştık.

Sadece okumalarımız, duymamız değil, yaptıklarımızın bizdeki akislerini de takip etmemiz gerektiğine vurgu yapmışsınız.

Hissiyat niye önemli? Hissiyat dediğimiz şey aslında kalbimizin, kabımızın kalitesi ve temizliğiyle veya kirlenmesiyle alakalı. Aşk bir gönle düştü mü orada kendi tabiatını hâkim kılar. Orayı temizler, yakar, yıkar, kendi binasını kurar. Böyle olunca Yaman Dede’nin içine düşen ilahi bir aşktı. Ve bu aşk kendi gönlünü, kendi tabiatına göre imar etti, kurdu ve oradan hiç çıkmadı, sönmedi ve hayatının sonuna kadar onu kendi yönüne doğru, ilahi yöne doğru çekti.

Bu yönüyle gelen hissiyatlar, önem kazanıyor. Aşk olmayan bir gönle gelen duygular, daha çok dünyevi ve maalesef behemîdir. İşin gerçeği bu. Bu duyguları yok etmek, terbiye etmek, sağlıklı bir boyuta çekmek için mücadele eder hayatı boyunca. Yaman Dede bunu çocukluktan itibaren aldığı aşk ateşiyle sonuna kadar muhafaza etmiş, yaşamış ve kendisini yanan bir dedeye dönüştürmüştür.

Yaman Dede yanarak arıttığı varlığıyla kendisini edebiyattan musikiye, tasavvuftan tarihe nakşetmiş bir insan. Çok ilginç bir karakter. Farklı bir din, farklı bir etnik kökenden olmasına rağmen yaşadığı hissiyatla aslında biz de buluşuyoruz, bunu neyle açıklıyorsunuz?

Kesinlikle. Şu bir gerçek: Farklı dinden olmak bir takım ortak paydaları azaltıyor. Bunu kabul etmek lazım. Çünkü din hayatın bütün evrelerini kapsayan, şekillendiren ve nüfuz eden bir olgudur. Bu olguyu hangi dinde olursa olsun farklı farklı görmek, kabul etmek gerekir. Öbür türlü bir sentez böyle bir şey söz konusu olamaz. Ama ilahi dinlerin özellikle, böyle bir tedrici bir iniş süreci var bize göre ve en son din olarak İslam bunların mükellemi, tamamlayıcısı olarak gelmiş.

Dolayısıyla orada da peygamberlerimiz ortak. Ondan sonra değişmeyen bir takım hakikatler var. O hakikatlerde de ortak. Mesela aşk kavramı hangi dinde veya hangi anlayışta olursa olsun benzer refleksler gösteriyor. Kendisi yönünden de değerlendirdiğimizde aşkın erdiriciliği, eriticiliği ve dini anlayışa yansıma ve dini anlayış biçimi kimi zaman ortak bir paydaya dönüşmüş.

Yaman Dede de kendi dünyasında bir Müslüman âşık olarak hayatını devam ettirmiş ve o evrenselliği o insani değerleri ön plana çıkaran yanını bu dinde görmüş, dinen yaşamış, bütün insanlığa daha önce mensup olduğu dine inanan insanlara da anlatmaya çalışmıştır. Aslında sizin yani görmek istediğiniz şey burada, ben bunu fiilen yaşıyorum demek istemiştir. Kimi zaman okuduğunuzda kitabı göreceksiniz, Mevlana’nın bir sözünü örnek göstererek diyor ki: Hangi papaz çıkıp da bu sözü söyleyecek cesarete sahip, hem kendi dinine mensup olduğu halde.

Mesela kendisi bir hatırasını aktarıyor. Müslüman fakihlerden bir tanesi ölürken diyor ki, “Allah’ım ben kararlarımda hep Sana ve kul hakkına riayet ettim. Bir keresinde bir Müslüman ile Hıristiyan arasında bir dava vardı. Orada Hıristiyan haklı çıkmıştı da gönlümden demiştim ki keşke Müslüman haklı çıksaydı, beni bu duygumdan dolayı bağışla.” Yaman Dede bunu okuyunca, kendisi de bir avukat, bir hukukçu, artık böylesine zirve bir gönül anlayışı ve adalet yansımasını buluyor.

İşte budur Yaman Dede’yi yakalayan, böyle birçok uygulamalar, örnek güzellikler var. Bu yüzden Yaman Dede bu duyguların peşinde koşmuş, sonunda hakikati yakalamıştır.

Evinde 20 yıl gurbet hayatı yaşadı

Yaman Dede bir hukukçu. Aynı zamanda İslâm Hukuku’na ve gönül erbabının eserlerine hâkim. Döneminde önemli bir şahsiyet ama kendini “kendisini bahtiyar bir sürgün” olarak nitelendiriyor.

Yaman Dede’nin yerinde olmak çok zor bir şey. O kadar çok kendisini zorlayan şartlarla karşılaşmış ki. Şimdi, o dönemde bir tarafta ailesi, kızı ve eşi var. Oradan kendisini ayırma pozisyonunda patrikhanenin baskısı var. Ama o diyor ki; beni bu halimle de kabul edebilirseniz, ben Müslüman olarak yaşayayım. Siz böyle yaşayın, bir mani yoktur, benim dinim de buna müsaade ediyor. Bırakın çocuklarımın içinde kalayım. Bu talebi kabul edilmiyor. Edilmediği gibi kendisiyle ilgili olur olmaz laflar ve engellemeler oluşturulmaya çalışılıyor. Yaman Dede bu çıkmazlar içerisinde. Evinde gurbet hayatı yaşadığını söylüyor. Yirmi yıl içimde gurbet yaşadım diyor. Bütün bunların sonunda artık tahammül edemez hale geliyor. Sırf aşkının, bu Müslümanlığının bir bedeli olarak pek çok şeyden vazgeçiyor. Bunları yaşadıktan sonra diyor ki evet, ben bir sürgün yaşadım, aile ve sosyal hayatta sahip olduğum bu durumlardan bir sürgün yaşadım ama bunun sonunda elde ettiğim güzellikleri görünce şöyle düşündüm: Ben artık bahtiyarım. Sonunda elde ettiğim şey kaybettiklerimin çok fevkinde, çok üstünde. Öyle olunca kendisini bahtiyar bir sürgün addediyor.

Son bir soru: Hissiyatını bildiğiniz bir kişi Yaman Dede ve uzun zamandır kalbinizde, içinizde taşıdığınız bir kişi. Yaman Dede ve “Gönül hun oldu aşkın elinde” kasidesi sizde neler uyandıracak?

Yıllar önce, 90’lı yıllarda, bu natın ona ait olduğunu öğrendiğimde ona olan muhabbetim bir anda artmıştı ve kabrini ziyarete gittim Karacaahmet’e. O ziyaret sonrası hep Yaman Dede gönlümün bir köşesinde hep saygı duyduğum, muhabbet ettiğim bir insan olarak kaldı. Yaman Dede ile özdeşleşen o naatı ne zaman dinlesem bende hep ayrı bir tesir uyandırdı, ilgi uyandırdı, her defasında farklı bir manalar çağrıştırdı. Çünkü öyle bir naat ki her bir kelimesinden ateş damlıyor. Aşkın sönmeyen ateşi derken hakikaten sözlerinden ateş damlayan, aşkı bu kadar kendi ifadeleriyle canlandıran bir şahsiyet çok azdır. İnsanı alıp ateşe sunacak kadar canlı, sadece edebiyatında değil işin. Ben Yaman Dede’yi hissediyorum demek haddime değil. Çünkü onu yapabilmek için hakikaten onun yaşadıklarını biraz yaşamak lazım. Biraz böyle bir iletişimin oluşması lazım. Dilerim ki olur, ben de istifade ederim. Ama kitapta özellikle o naatını yalınlaştırmaya çalıştığım bir bölüm var. Anladıklarımı kıta kıta yazmaya çalıştım, şu ana kadar baştan sona hiç incelenmedi bu naat. Orada çok tedirgin ve çok endişeli bir metin yazdım, ortaya çıkarabildim. Metnin sonuna geldiğimde –belki özeldir ama bunu size söylemek isterim- yani en sonda “Ben senin iltifatına müştakım.” cümlesini yazdığımda kendimi tutamadım. Gözyaşlarımı tutamadım. Çünkü orada naatin, benim çeviri yaptığım bölümün, sanki onaylandığını hissettim. Öyle bir duygu yaşadım kendi içimde. Bütün bu eserde yazarken hissettiklerim, cümlelerini tekrar yazdıklarım, yeniden redakte ettiklerim, ne bileyim, nasıl bir birleştirme yaparım, nasıl bir kurgulama yaparım diye hep o yaptığım çalışmaların, o zihni yorgunluk ve mücadelelerin bir neticesi, bir mükâfatı oldu bu. Kendimi bu anlamda çok rahat hissediyorum, güzel bir iş yaptığıma inanıyorum kendi açımdan. Ben Yaman Dede’yi çok sevdim, seviyorum ve onunla ilgili bir bütün bilgi ortaya koymaya, hissiyat ortaya koymaya çalıştım. Ne kadarı paylaşılır, ne kadarı paylaşılmaz bunu zaman gösterecek.
Nefy-ü İsbat
Nefy-ü İsbat
...
...

Erkek Mesaj Sayısı : 1805
Yaş : 34
Nereden : Ankara
İlgi Alanları : Tasavvuf
Kayıt Tarihi : 15/09/07

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz